PARKİNSON HASTALIĞI VE PARKİNSONİZM
Parkinson hastalığı ve bu hastalığın belirtilerinin hemen hemen aynısının görüldüğü, ancak farklı nedenlere bağlı olarak gelişen çok sayıda hastalık “Parkinsonizm” başlığı altında toplanır. Genel olarak deneyimli bir nörolog, hasta ve yakınının verdiği ayrıntılı hastalık öyküsü ve muayene bulgularına dayanarak, Parkinson hastalığı ile Parkinsonizm tablolarını birbirinden ayırt edebilir. Ancak, bu gruptaki hastalıklar Parkinson hastalığına o kadar benzer ki, bazen bu konu ile ilgili uzman hekimin bile yalnızca muayene bulguları ile karar vermesi güç olabilmektedir. Böyle durumlarda bazı laboratuvar veya röntgen incelemeleri gerekebilir. Yabancı kaynaklara bakıldığında, yaşamında Parkinson hastalığı tanısı almış hastaların vefat ettikten sonra yapılan beyin otopsilerinde, yaklaşık % 20 hastada Parkinson hastalığı tanısının doğru olmadığı ve diğer Parkinsonizmlere ait bulguların bulunduğu görülmektedir.
PARKİNSONİZM NEDİR?
Parkinsonizm kelimesi belli bir hastalıktan çok, değişik nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan bir dizi belirtiyle tanınan birçok hastalığı çağrıştırır. Bunlarda da Parkinson hastalığında görülen belirtiler dikkati çeker. Ancak, Parkinsonizmin temeli hareket fakirleşmesidir, uzuvların titremesi, vücut hareketlerinin yavaşlığı, kasların sertliği, öne eğik duruş şekli, küçük adımlarla ve ayaklarını sürüyerek yürüme, hızlı ve monoton konuşma ve benzeri yanı sıra, sıklıkla beynin başka bölümlerinin de etkilenmesi sonucu çok sayıda ek belirti mevcuttur. Bu nedenle Parkinsonizmli bir hasta görüldüğünde esas sebebin araştırılması ve kesin tanı konulması önemlidir.
PARKİNSON HASTALIĞI KİMLERDE GÖRÜLÜR?
Parkinson hastalığı ilk kez 1817 yılında İngiliz Hekim James Parkinson tarafından, “Shaking Palsy” (titrek felç) adıyla tanımlanmıştır. Beyinde dopamin adı verilen, beyin hücrelerinin birbirleriyle haberleşmesini sağlayan maddeyi üreten hücrelerin bozulması sonucu ortaya çıkar, tanınması gereken en önemli ve en sık görülen parkinsonizm tipidir. Hastalık 40-75 yaşları arasında, sıklıkla da 60 yaşın üzerinde başlar. Tüm Parkinson hastalarının sadece % 5 ila 10’unda hastalık başlangıç yaşı 20 ila 40 yaşları arasındadır. Hastalık genellikle sinsi başlar ve belirtileri yıllar içinde, son derece yavaş ama giderek artan biçimde ilerler. Hastaların çoğunda belirtiler tek bir beden yarısında ortaya çıkma eğilimindedir, ancak zamanla karşı beden yarısında da kendini gösterir. Hastalığın ilerleme hızı ile belirtilerin türü ve şiddeti hastadan hastaya değişiklik gösterecek şekilde farklıdır. Parkinson hastalığı erkeklerde, kadınlara oranla biraz daha sık görülür. Toplumda 65 yaş üzerinde her 100 kişiden birinin Parkinson hastası olduğu kabul edilmektedir.
PARKİNSON HASTALIĞI BELİRTİLERİ
Parkinson hastalığının en sık görülen belirtisi titremedir. Dinlenme halindeyken elin titremesi çok belirgin bir göstergedir. Hareketlerde yavaşlama Parkinson hastalığı belirtilerinde en başlarda yer alır. Buna ek olarak Parkinson konuşma değişikliği, duruş denge bozukluğu, yazı değişikliği, kabızlık duruş ve denge problemleri, kas sertleşmesi, otomatik hareket kaybı, uyku sorunları gibi belirtileri vardır.
PARKİNSON HASTALIĞININ TEDAVİSİ
Hastalığı tamamen durduran ya da engelleyen bir tedavi maalesef bulunmamaktadır. Parkinson hastalığı engellenemese de, semptomların erken fark edilmesi ve tedaviye bir an önce başlanılması oldukça önemlidir. Çünkü dopamin eksikliği erken fark edilip yerine konulmazsa, beyin kompanzasyon mekanizmaları geliştirerek bu eksikliği düzeltmeye çalışır ve bu mekanizmalar maalesef başka işlev bozukluklarına neden olabilir. Bu yüzden erken tanı ve tedavi hastalığın daha iyi seyretmesini sağlamaktadır. Parkinson hastalığının tedavisinde amaç eksik olan dopaminin yerine konulmasıdır. Bu nedenle dopaminin salınımını artıran ilaçlar ve dopaminin kendisi kullanılmaktadır. Bu ilaçların seçimi uzman bir nörolog tarafından yapılmalıdır.
Sosyal ve Psikolojik Yönleriyle yaşlılık
Dünyadaki birçok ülkede yaşlı nüfusun çoğalması giderek hızlanmıştır. Dünya nüfusunda bu genel eğitimin gelişmiş ülkelerde daha hızlı gerçekleştiği görülmektedir. Ülkelerin doğum oranındaki düşme eğilimi sürdüğü takdirde yaşlı nüfusun oranı çok daha yükselecektir. Öte yandan doğum ve ölüm hızlarındaki azalmalar dünya nüfusunda ortalama yaşam beklentisini (life expectancy) yükseltmektedir. Yirminci yüzyılda, yaşam beklentisinde, önemli artışlar kaydedilmiştir. Geçen yüzyıl sona, ererken ” kırk dokuz yıl olan ortalama yaşam beklentisi yetmiş beş yıla yükselmiştir. Bu sayı Kuzey Avrupa ülkelerinden İzlanda’da kadınlarda 79.2, erkeklerde, 73 , İskandinav ve Batı Avrupa ülkelerindeki kadınlarda 75, erkeklerde 72.7 civarındadır. Gelecek yüzyılda ortalama yaşam beklentisinin genel olarak erkeklerde 80 yıla, kadınlarda 90 yıla çıkabileceği tahmin edilmektedir. Buna karşılık “yaşam beklentisinin 40-45 yılı aşmadığı en düşük ortalamalar ise Afrika ülkelerinde bulunmaktadır. Bu ülkelerde kadın yaşam beklentisi erkeklerden yüksektir. Gelişmekte olan ülkelerde de yaşlıların sayı ve oranı toplam nüfus içinde gitgide çoğalmaktadır. Veriler dünya nüfusunun yaşlandığını göstermektedir. Bununla birlikte dünya nüfusunun artan bir hızla yaşlanmakta olduğunu gerçeğe aykırı bulanlar da vardır. Onların görüşüne göre yüz yıl önce 20 yaşındaki gençler 30 ya da 40 yılda yaşlılığa ermeyi umarlardı; günümüzde gençlerin gerçekten yaşlandıklarını itiraf etmeden önce 50,60 yıl geçmesi gerekmektedir. Yaşlanma daha hızlı değil ağır işleyen bir süreç olmuştur 1982). Günümüzde tıp; insan ömrünü uzatmak ve yaşlılığı geciktirmek için çabalıyor. Son yıllarda Avrupa’daki çalışmalar yaşlılığın kendisi hastalıktır, o nedenle yaşlılık tedavi edilebilir, insan ömrünün uzamaması için hiçbir sebep bulunmamaktadır görüşünü gündeme getirmiştir. Yaşlılık bilimi olan genelinin alanı genişlemiştir. Yaşlılığın biyolojisi, biyokimyası moleküller biyolojisini araştıran gerontoloji bilim dalı ortaya çıkmış, bunun yanında estetik tıp bu konuya ele almıştır. Öte yandan, dünyada kentlerde demografik karakterler değişmektedir. Kentleşme evrensel bir süreç olmakla birlikte dünyanın her kesiminde kentleşme oranı aynı değildir. Çok gelişmiş bölgelerdeki kentlerde 1950-1975 yılları arasındaki nüfus artışı ile 1975-2000 yılları arasındaki nüfus artışının aynı hızda olacağının tahmin edilmesine karşılık, gelişmekte olan ülkelerde kent nüfusu genel nüfustan daha hızlı büyümektedir.
Kırdan kente göç nedeniyle yaş ve cinsiyet dağıtımı bakımından kır-kent arasında farlılıklar vardır. Dünyanın hemen her bölgesinde kentlerdeki yaşlıların özellikle kadın yaşlıların, erkek yaşlılardan daha fazla oldukları görülmektir. Kırdan kente göç eden yaşlı, statüsünü değiştirmekte, kentte teknoloji, toplumsal yapı, kültürel değerlerin farklılığı ve hareketlilik yaşlıyı modası geçmiş, eskimiş yapmaktadır. Demografik beklentiler yaşlı sayılan nüfusun gelişmiş ülkelerde 2000 yılında toplam nüfusun yüzde 15.9’una ulaşacağı doğrultusundadır. Yaşlılar sözü edilen ülkelerde gelir güvenliği, çalışma, emeklilik, sağlık, konut, eğitim, yaşam düzeni ve diğer konularda sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Sanayileşme ve kentleşme sürecinin hızlanması ve ilişkili toplumsal; ekonomik süreçler yakın bir gelecekte gelişmekte olan ülkeleri de yaşlılık sorunu ile yüz yüze getirecektir. Özellikle gelişmiş batı ülkeleri açısından giderek bir endişe kaynağı oluşturan nüfus olayının toplumlar ve özel olarak yaşlılar açısından toplumsal, ekonomik sonuçları vardır.
Gelişmekte olan ülkeler bir yandan kalkınmada engel gördükleri nüfustaki hızlı artış eğilimini değiştirmeye çalışırlarken, diğer taraftan da yaşlıların yeni ortaya çıkan ihtiyaçları karşısında sosyal refah politikaları belirlemeye ve yürürlüğe koymaya çalışmaktadırlar. Özet olarak toplumsal kültürel ve siyasal bakımdan birbirinden farklı ülkeler batıda sanayi inkılabı ile başlayan, giderek hızlanıp yaygınlaşan dönüşümden etkilenmişler, değişimin yarattığı sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Türkiye, Cumhuriyet döneminin başlangıcından itibaren hızla gerçekleşen modernleşme sürecini yaşamakta, köklü bir toplumsal yapı değişimine sahne olmaktadır. Kırsal yapıdan kentsel yapıya geçiş bu dönüşümden farklı biçimde etkilenen toplumsal kategoriler oluşturmuştur. Yapısal değişme toplumumuzun temel yapısal özelliklerinden kaynaklanan toplumsal sorunların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bazı kesimlerde değişimin gerektirdiği yeni kurumların oluşmasındaki gecikmeler kültürel geri kalma (cultural lag) olgusunun ortaya çıkmasına, başka deyişle, sorunlara neden olmaktadır. Türkiye’nin nüfus ve toplumsal yapı özelliklerinden kaynaklanan nedenlerle yaşlılık henüz ülkemizde yaygın toplumsal sorun düzeyine çıkamamıştır. Bununla birlikte, özellikle büyük kentlerimizde yaşlıya yönelen hizmetlere ihtiyaç duyulması sorun olma yolunda bir eğilimi göstermektedir. Türkiye’de yaşlı hizmetleri içinde ilk sırayı sosyal güvenlik programları ve sosyal hizmet programları çerçevesinde kurum bakımı (huzurevleri) yer almaktadır. Türkiye’de yaşlılık her yönden az işlenmiş bir konudur. Bu çalışmada, yaşlı ve yaşlılıkla ilgili genel bilgiler çerçevesi içinde kurum bakımı gören ve gündüz yaşlılar evine devam eden yaşlıların sosyal uyumu (adjustment) ile yaşlıların bazı niteliklerinin sosyal uyumla ilişkisi incelenmektedir. Araştırmada yaşlılara yönelen kurumsal bakım hizmetleri ve diğer hizmetlerin geliştirilmesinde yardımcı olabilecek bilgilerin sağlanması hedef alınmıştır.
Yaşlılığa genel bakış
Yaşlılık kaçınılmaz ve geri dönülmez bir süreçtir. Tüm canlılar, yaşamlarının sonuna doğru kocarlar ve ömürlerini tamamlarlar. Yaşlanma sadece insanoğluna özgü bir olay değildir. Çağımızın yaşam sürecinin bir parçası olarak görülen yaşlanma, insan türünde zamana bağlı değişimleri içine alır. İnsan organizmasının yaşam döngüsünün herhangi bir organizma gibi doğumla başlayıp ölümle son bulması doğanın evrensel bir olgusudur. Bununla birlikte bireylerin yaşam süresi toplumun bilgi kaynakları ve değerlerinin ‘şartlandırdığı bir ‘ değişkendir. Yaşam döngüsü geleneksel olarak dört dönemi kapsar. Bunlar çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemleridir. İlk iki dönem yetişkinliğe hazırlık olarak kabul edilir. Canlı oluşumundan yaşamın bitimine kadar süren bu süreç aynı zamanda yaşlanmayı da gösterir (Blau, 1973). Beşeri yaşam döngüsündeki aşamaların süresi, anlamı, içeriğini sadece biyolojik süreçler değil, toplumsal değerler ve kusurlar da belirlemektedir. Yaşlılık sözcüğü yaşam süresinin geç dönemindeki gelişmenin devamını ve bireydeki değişimlerini anlatır. Yaşlılık yaşam konusunda kayıpların ve çöküşün görüldüğü bir dönemdir. Aynı zamanda kültürel, çevresel ve ekonomik etmenlerin hazırladığı bir sonuçtur.
Yaşlanma kronolojik ve biyolojik anlamda olmak üzere ikiye ayrılır. Kronolojik yaşlanma, insanın doğumundan itibaren içinde bulunduğu zamana kadar geçen yıllara bağlı yaşlanmayı anlatır. Biyolojik yaşlanma, kalıtım, sağlık ve iş gücüne göre saptanan görünüş yaşlanmasıdır. Biyolojik yaş doğal olan kalıtımsal etmenlerin yanında kimyasal, psikolojik ve çevresel etmenlerin, yaşam tarzının etkisi altında meydana gelmektedir. Kişiden kişiye kronolojik yaştan ayrılan farklılıklar göstermektedir. Takvim yaşıyla her zaman çakışmayan biyolojik yaşı belirlerken uzmanlar tüm organların işlevsel ölçütlerini ve tüm metabolizmalarda oluşan değişimleri göz önün de tutmaktadırlar. Yaşlılık biyolojik bir olaydır ve yaşlı insanın organizması bazı özellikler gösterir. Yaşlılık, bireyin zamanla olan ilişkisini, yani dünya ile ve kendi öz tarihi ile olan ilişkisini değişikliğine uğratır(De Beauvoir, 1970). Bu iki yaşlanma dengeli ilerlemez; bazı kişilerde kronolojik yaşlanma, bazı kişilerde biyolojik yaşlanma önde gider. Ayrıca, insan organizmasında organların yaşlanması birlikte ilerlemez. Bunların kişisel kullanımına ve yapılarına göre ayrı, ayrı yaşlanma ve yıpranma kronolojisi vardır. Yaşlılık göreceli bir kavramdır. Her yaşlının bir biyolojik geçmişi, iş deneyimleri ve duygusal yaşamı vardır. Ayrıca, yaşlılık bir toplumdan diğerine ve çağa göre de farklılık gösterir. Her insanın yaşlanmakla ölmek arasında süren mücadelesinde, toplumsal ve kültürel etmenler önemli rol oynar. Yaşlanma bireysel bir değişim olarak kişinin fiziksel ve ruhsal yönden gerilemesidir. Yaşlanma bireysel olmakla birlikte, toplumsal değerler ve diğer etkenler doğrultusunda toplumlar da yaşlı ve yaşlılığa verilen değeri, yeri belirlemektedir. Bu nedenle yaşlılık sadece biyolojik bir olay olmayıp, aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir olaydır. Başka bir deyişle, yaşlılık karmaşık yönleri olan bir olgudur. Kimi yaşlılığı bir problem olarak algılamakta, kimi yaşlılığa karşı olumlu tutumlar benimsemektedir. Yaşlılığa karşı olumsuz yaklaşımı olan Cato ‘benim görüşüme göre, yaşlı olmadan önce zamanımı tamamlamayı tercih ederim” diyor. Yaşlılığı bir altın çağ olarak algılayanlardan Joseph Choate 70-80 yaş arasını gerçek mutluluğun yaşandığı bir dönem olarak görüyor, “bir an önce oraya varmalı ‘ görüşünü ileri sürüyor. Antik düşüncede yaşlılığın tanımlarından birini yapan Demokritos yaşlılık muhtaçlık olarak algılamaktadır. “Yaşlılık hiç bir şey eksilmeden vücudun organların kesilmesi demektir; her şey vardır, hepsi muhtaçtır.” Demoktritos gençlikle yaşlılık arasında anlamlı karşılaştırma yapmaktadır. “Kuvvet ve güzellik gençliğin malları, yaşlılığın çiçeği ölçülülük”. Demoktritos yaşlılıkla ilgili değerlendirmesinde konuya oldukça hesaplı yaklaşmaktadır. “Yaşlı gençlikten geçmiştir. Gencin yaşlılığa ulaşabileceği belli değildir. İmdi tamamlanmamış mal, gelecekteki ve şüpheli olandan ağır basar. Demoktritos genç, yaşlı karşılaştırmasında eğitim ve yaradılışı vurgulamaktadır. “Gençlerde akıllılık, yaşlılarda akılsızlık olur, düşünceliliği öğreten zaman değil, zamanındaki eğitim ve yaradılıştır.” Eflatun yaşlılıktaki değişiklikler üzerinde durmaktadır. Tek başına gelmediği için yaşlılıktan korkun.” Kuşkusuz yaşlılık tek başına gelmez, yaşlılar değişiklikler koleksiyonudurlar. İyonya’nın sonuncu ve büyük düşünürlerinden Efesos’lu Heraklitos yaşamın sürekliliğini vurgulayarak gençlik, yaşlılık karşılaştırması yapmaktadır: “Gençlik ile yaşlılık, yaşam ile ölüm bütün bu farklılıklar aynı şey olup birin ayrı , ayrı yanlarıdırlar.” Zira bunlar değişince yaşayanla, ölmüş, gençle, ihtiyar aynı şeydir. Görüldüğü gibi Heraklitos sürekli olarak değişim üzerinde durmaktadır. Eski Çin kültlerinin devamı olan Taoist felsefede ölümsüzlük, uzun yaşam sanılmaktadır. Doğu; edebiyatında rubai türünün kurucusu sayıları Ömer Hayyam yaşlılığa bakışının ana dokusu olan duygulan öne çıkarıyor. “Gençlik dediğin kitap okunmuş artık; Eyyâmı bahar uzaklaşmış kış artık, Bir neşeli kuştu gençlik fakat heyhat, Gelmiş, konmuş, ötüp de uçmuş artık.”
Çok değerli ozanımız Behçet Necatigil daha otuz yaşındayken yazmış olduğu “Nineler’ adlı şiirinde yaşlının dramını sergilemektedir. “Küçüldünüz temelli/Çocuklar kadarsınız/Halinizden belli / Hatıralarla yaşarsınız / Nineler, Gece Gündüz Aklınız / Dünyasını sürmemiş / Oğlunuza gider / Muradına ermemiş / Yavrunuza gider. Mesut yuvanız vardı / Yiğit kocanız vardı / Şunun bunun elinde / Hor tutulursunuz. Ağrınıza gider / Ya çoğunuz inmeli. Ya gözünüz perdeli / Ağır işitir kulağınız Nineler yazık oldu size / Oğlunuzun, kızınızın / Arkasına kaldınız.Ustalıkla oynanan yaşlı insan rolü, sükun, akıl, özgürlük, ağırbaşlılık ve mizah duygusuyla belirtilir. Hemen, hemen herkes yaşlı insanı böyle oynamak ister ama pek azı cesaret eder (Skinner, Vaughan, 1984).
Yaşlılık ne zaman başlar?
“Yaşlı kimdir”, “yaşlılık ne zaman başlar” sorunlarını tek bir tanımla cevaplamak doğru değildir. Emeklilik, sigorta, planlama konularında yaşlılığı belirlemede istatistiki yöntemler kullanılır. Demografik çalışmalarda ve analizlerde; sosyal politikada istatistiki bilgiler gerekli olmakla birlikte, tek, tek yaşlının durumunu açıklamada yetersiz kalmaktadır. Çünkü bedensel yaşlanma ile zihinsel ve ruhsal yaşlanmanın gerçekleşme hızı ve zamanı oldukça farklıdır. Yaşlı kimseleri tanıyan herkesin deneyimi, gerçekte iki türlü yaşlanma olduğunu göstermektedir. Birçok ülkedeki bilimsel incelemeler bu yargıyı pekiştirmektedir. Başka deyişle beynin kimi kesimleri yaşlanma sürecine uğramamakta, kimi kesimleri ise otuz yaşlarında kesinlikle yaşlanmaya başlamaktadır. Yaşlılıkla ilgili birçok çalışmada yaşlı tanımı kronolojik olarak yapılmaktadır. Gelişmiş ülkelerin önemli bir kısmında emeklilik yaşı olan 65 yaş, çalışmalarda yaşlılığın başlangıcı olarak kullanılmaktadır. Birleşmiş Milletlerin yaşlılıkla ilgili yayınladığı raporlarda yaşlan kronolojik olarak 60 yaştan başlatılmaktadır. (U.N. 1980). Dünya Sağlık Teşkilatı’nın 1963 yılında yaşlıların sağlık sorunları konusunda düzenlediği seminerde yaşlanmayı kronolojik olarak üçe ayrılmıştır (Hobson, 1970): -Orta Yaşlılar (40+59 yaş) -Yaşlılar (60-74 yaş) -Kocamışlar (75+yaş) Görüldüğü gibi 60 yaşın üzerindekiler yaşlı sayılmaktadır. Ancak yaşlılığın ne zaman başladığı konusundaki tartışmalar günümüzde de devam etmektedir. Canlı oluşumundaki yaşamın bitimine kadar süren yaşlanma bölümlere ayrılarak incelenmektedir. Buna göre yaşlanma beş bölüme ayrılmaktadır. -Moleküller Yaşlanma -Hücresel Yaşlanma -Doku ve organ yaşlanması -Kişisel Yaşlanma -Toplumsal Yaşlanma
Yaşlanma gelişimin başlamasından itibaren ortaya çıkan bir olgudur.
Öte yandan yaşlılık olayının ve bununla ilgili toplumsal ekonomik konuların incelenmesinde nüfusun 0-14, 15-64 ve 65 + yaş kümelerine ayrılması çalışmalara kolaylık sağlamaktadır. Ama yaş grupları bakımından nüfusun yapısı, niteliği toplumsal, ekonomik, demografik inceleme ve karşılaştırmalarda kullanılmaktadır. Yaş aynı zamanda bir gruplaştırma ölçütüdür(Güvenç, 1972). Bu topluluğun üyelerinin yaşlarına göre kümelenmesiyle yaş sınıfları meydana gelmektedir. Tüm toplumlarda üyelerden bazısının yaşlı sayılması, toplumdaki diğer yaş gruplarından farklı statü ve davranışlara sahip olmalarından kaynaklanır. Bu statüyü kazanabilmenin temelinde zaman ölçüsü, kronolojik yaş yaşam dönemi ya da yaşla birlikte kendilerini ‘ Yaşlı’ sayan çağdaşlarıyla bir yaşta olma, fiziksel güçte zayıflama vb. konular yer alır. Ancak yaşlı sayılanlar bir toplumdan diğerine temelde çok değişiklik gösterirler. Yaşlılara özel rollerinin yorumunda toplumlar arasında büyük farlılıklar olduğu halde, genelde görülen odur ki, yaşlılıkta hareketliliğin azalması yönünde değişme, daha fazla danışma ve denetime ihtiyaç duyma, fiziksel çabadan çok mental çaba gösterme, ekonomik üretimden çok ait olunan gruptan bakım talep etme yönünde eğilimler artmaktadır (Cowgill, 1972). Tüm toplumlarda sağlıklı ve uzun yaşamın değerlidir. İnsan bedeni ile ilgili efsane ve diğer folklor ürünlerinde yaşam uzunluğuna ilişkin temalar yer alırlar. Örneğin Teoride felsefe ve pratikte ölümsüzlüğe ulaşmak için diyet, jimnastik ve solunum egzersizleri ve seksüel disiplinleri içine alan uygulamalar yer almaktadır (Simmons, 1961). İnsanlık tarihi boyunca yaşlanmayı durdurmak ve engellemeyi sağlayacak çalışmalar, yapılmışsa da bu biyolojik süreci geri döndürmek mümkün olamamıştır. Yaşlanma canlı varlıkların bir işlevi sayıldığına göre, yaşlanmanın durdurulması, ebedi gençliğin sürdürülmesi demek yaşamın ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir (Kayahan, 1966). Özetle, yaşlanmayı açıklamada hangi yollar denenirse denensin, yaşlanmayı durdurmak, ya da tersine çevirmek mümkün olamamaktadır. Günümüzde yaşlanmayı yavaşlatma çalışmalar yapılmaktadır. Yaşlılık ile ilgili gelişmeleri yakından izleyen uzmanlar en çok ilgi gören konunun tedavi ve kullanılan ilaçlar olduğunu söylüyorlar. Bir hastalık olarak ele alınan yaşlılıkta tedavi mümkündür. Ancak çeşitli doktorlarla işbirliği yapıp özenle tedaviye devam etmek gerektiği ileri sürülmektedir. Özellikle üzerinde durulması gereken konular; genel yaşlanma, beyin yaşlanması ve hafıza, cinsellikte yaşlanma, cilt yaşlanması, sağlıklı yaşamdır. Yaşlılık sorunu her şeyden önce tıbbi ve toplumsal bir nitelik taşımaktadır. Bu konuda var olan güçlükleri yenmek için yaşlanmaya ilişkin koruyucu tıp konuşuna daha da önem verilmelidir. Gerontolojinin ana sorunlarından biri yaşlanmanın sebep olduğu değişimlerle hastalıktan kaynakların değişimlerini nasıl ayırt edileceğidir. Bu konuda güçlükleri yenmek için, yaşlanmayla ilgili koruyucu tıbba daha çok önem verilmelidir.
Alzheimer ve belirtileri
Alzheimer hastalığının adı, 1906 yılında alışılmadık bir akıl hastalığından öldüğü düşünülen bir kadının beyin dokusundaki değişiklikleri betimleyen Dr. Alois Alzheimer’dan gelmektedir. Alzheimer hastalığının en yaygın belirtisi hafıza kayıpları ve unutkanlıktır. Bu hastalık tıbbi olarak beyin hücrelerinin ölmesinden kaynaklanır. Beyin hücreleri yaşa bağlı olarak ölebileceği gibi başka çevresel etkenler veya genetik faktörler gibi sebeplerden de etkilenebilir. Alzheimer hastalığı beynin düşünme, hafıza ve dil bölümlerini etkiler. Hastalığın başlangıcı sinsidir ve yıkım genellikle yavaştır. Günümüzde hastalığın sebebi bilinmemekte ve şifası bulunmamaktadır. Alzheimer hastalığı, toplumun bütün gruplarını etkiler ve sosyal sınıf, cinsiyet, etnik grup ya da coğrafi bölge ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Ayrıca, Alzheimer hastalığı yaşlılar arasında daha sıklıkla görülmekle birlikte genç insanlar da bu hastalıktan etkilenebilmektedirler.
ALZHEİMER HASTALIĞININ BELİRTİLERİ (SEMPTOMLARI) NELERDİR?
Alzheimer hastalığı olan herkes bütün bu semptomları göstermez ve bu semptomlar kişiden kişiye değişir ve her insanı farklı biçimde etkiler. Etkisi büyük ölçüde kişinin hastalıktan önce nasıl olduğu ile ilgilidir. Örneğin; kişilik, fiziksel durum ve yaşam biçimi gibi. Hastalığın Belirtileri (Semptomları) Şu Şeklidedir;
1. Kısa dönemli hafıza kaybı
Alzheimer’ın en yaygın erken belirtileri arasında yeni bilgiyi unutmak gelir. Ara sıra isimleri veya randevuları unutmak normal iken önemli konuları unutmak ve sürekli aynı bilgiyi sormak da Alzheimer’ın erken evresinde yaygın görülen semptomlar arasındadır.
2.Aşina olunan işleri yaparken zorluk yaşamak
Alzheimer’ın en yaygın erken belirtileri arasında yeni bilgiyi unutmak gelir. Ara sıra isimleri veya randevuları unutmak normal iken önemli konuları unutmak ve sürekli aynı bilgiyi sormak da Alzheimer’ın erken evresinde yaygın görülen semptomlar arasındadır.
3.Yazma ve konuşmada oluşan sorunlar
Alzheimer’ın en yaygın erken belirtileri arasında yeni bilgiyi unutmak gelir. Ara sıra isimleri veya randevuları unutmak normal iken önemli konuları unutmak ve sürekli aynı bilgiyi sormak da Alzheimer’ın erken evresinde yaygın görülen semptomlar arasındadır.
4.Zaman ve yer karışıklığı
Alzheimer hastaları kendi mahallesinde kaybolabilir, nerede olduklarını ve oraya nasıl geldiklerini unutabilir ve eve nasıl gideceklerini bilemeyebilirler.
5.Yanlış ve zayıf kararlar
Alzheimer hastaları güzel havada üzerine kat kat bir şeyler giyebilir veya soğuk havada çok hafif bir şekilde giyinebilirler.
6.Soyut düşünmeyle ilgili sorunlar
Alzheimer hastası olan biri hangi numaraların ne olduğunu ve ne için kullanıldıkları gibi kompleks zihinsel işlevleri gerçekleştirmede olağandışı bir zorluk yaşayabilir.
7. Eşyaları yanlış yere koyma ve adımları takip edememe
Alzheimer hastası olan biri eşyaları olmadık yerlere koyabilir.
8. Ruh hâli ve davranışlarda değişimler
Alzheimer hastası olan birinin ruh hâlinde hızlı değişimler yaşanabilir. Sakinken birdenbire gözyaşları içinde kalmak, sinirlenmek veya saldırganlaşmak gibi. Aşırı derecede kafaları karışmış, endişeli, şüpheli veya aile bireyine bağımlı olma hâli içinde olabilirler.
9. Görsel imajları ve mekânsal ilişkileri anlamada zorluk
Bazıları için, görsel işlemedeki bir değişim Alzheimer’ın erken belirtileri arasında olabilir. Bu kişiler okumada zorluk yaşayabilir, mesafeyi çıkaramayabilir, renk ya da tezatlığı belirleyemeyebilirler.
10. Sosyal aktivitelerden geri çekilme
Alzheimer belirtileri yaşayan bir kişi yaşadığı değişimler sebebiyle sosyal olmaktan kaçınabilir. Bu kişiler spordan, sosyal etkinliklerden ve hobilerinden uzaklaşabilirler. Saatlerce televizyon karşısında pasif bir şekilde oturup, normalinden daha fazla uyuyabilir veya günlük aktiviteleri yapmak istemeyebilirler.
DEMANS (BUNAMA)
Demans hastalığı (bunama), genellikle ileri yaşlarda sonradan ortaya çıkan ve hastanın günlük faaliyetlerini yapmasını yüksek ölçüde etkileyen beyin hastalığıdır. Kişi çevresinde olanlara ilgisini yitirmeye başlar. Yeni bilgiler öğrenmede ve bunları hatırlamakta, konuşma sırasında doğru kelimeleri bulmakta, günlük yaşantıya ait sorunları çözmekte yavaşlama zamanla belirginleşir. Bellekte zayıflama öncelikle telefon numaralarını, isimleri, yaşanan günlük olayları tam olarak hatırlayamama şeklindedir. Dikkat kolayca dağılır. Çevreyle kurulan ilişkiler sınırlanmaya başlar. Sosyal yetersizlik belirginleştikçe yalnızlık derinleşir. Kişi huzursuz ve kederlidir. Daha kırılgan, öfkeli ya da şüpheci olabilir. Zamanla geçmişe ait anılar da silinmeye başlayabilir. Demans hastalığının ilerlemesini durdurmak ya da yavaşlatmak mümkün ancak hastalığının tamamen yok etmek mümkün değildir. Demans’a neden olan hastalıkların çoğunun kesin tedavisi yoktur ve kullanılan ilaçlar genellikle semptomatik tedaviye yöneliktir. Demans tablosu Damarsal Beyin Hastalıkları, Alzheimer Hastalığı, Kronik Alkol kullanımı, Psikoaktif madde bağımlılığının devamında, Beyin Tümörlerinde, Sistemik Fiziksel Hastalıklara bağlı olarak birçok farklı nedenle ortaya çıkabilir. Demans hem kişi hem de yakınları için oldukça zorlayıcı bir hastalıktır. Demans tüm aileyi etkilediğinden Psikoterapi ve ilaç tedavileri ile amaçlanan, hastanın ve ailenin yaşam kalitesini koruyarak desteklemektir.
Geçip giden yıllar içerisinde ilerleyen yaş ile birlikte kişilerde alınganlaşmakta ve karakter değişikliği göstermektedir. Zaman içersin de bellek, dikkat, yoğunlaşma gibi alanlarda performans kaybı ortaya çıkabilir. Karşılaşılan sorunu tam olarak değerlendirme ve çözüm üretme yeteneğinde azalma belirginleşir. Karşıdaki insanın davranışlarını yorumlamak güçleşir, yanlış yorumlar sıkça yapılmaya başlanır. Çevre tarafından onaylanmayan, bu nedenle de kontrol edilen davranışlar üzerindeki kontrol azalabilir. Öfke, üzüntü, sevinç gibi duygusal tepkiler daha güçlü olarak yaşanır. Kimi zaman cinsel anlamda uygunsuz konuşmalar, şakalar, davranışlar olabilir. Alınganlık belirli bir noktaya kadar doğal bir davranış kalıbı olarak kabul edilebilir. İleri yaşlarda hem sosyal hem fiziksel anlamdaki kayıplar kişiyi daha duyarlı ve kırılgan hale getirir. Ancak birçok ruhsal rahatsızlığın davranış kalıbı olan alınganlık çevre ile uyumu bozan temel güçlüklerden biridir.
BUNALTI (ANKSİYETE)
Bunaltı insanların stres veya tehlikeyle karşı karşıya kaldığı durumlarda verdikleri normal bir psikolojik bir tepkidir. Kaygı durumları karşısında yaşadığı çarpıntı hissi, nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi, baş ağrısı, midede yanma-ekşime ile beraber ortaya çıkan yoğun huzursuzluk tablosudur. İleri yaşlarda gözlenen bunaltı kişinin yaşamakta olduğu başka bir fiziksel ya da ruhsal bozukluğa bağlı olarak da ortaya çıkabilir.
Yaşlanmaya bağlı fiziksel yetersizlikler ile çevrenin yardımına gereksinim duymak, sosyal konumun sınırlanarak daha izole yaşama zorunluğu, tedaviye az yanıt veren hastalıkların ortaya çıkması, sevilen bir kişinin kaybı ya da kayıp tehdidi bunaltıya neden olur. Yaşanan sıkıntı ve huzursuzluk nedeniyle kişi uzun süre oturduğu ya da yattığı yerde duramayarak sürekli dolaşma isteği duyar. Günlük yaşantısına egemen hale gelen bunaltı, kişinin yaşam kalitesini düşürür.